dağcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dağcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2010 Perşembe

Parmakkaya Güney Yüzü/Aladağlar/Niğde

Ekip: Alper Işın Duran, R. Kağan Aybudak
Kamp: Sarımemetler
Malzemeler: 2 X 8.1 mm, 50 m ip, bir set telli takoz, yarım set camalot, yarım set friend, 4 sikke
Sabah 04:00'da Duran'ın saati çalmaya başladı... Ne sevimsiz bir şey şu sabah soğukluğuna açmak tulumun fermuarını. Ya tulumsuz uyuyacaksın, uyanmak bir ödül olacak. Ya da güneş çadırda hamam etkisi yaratana kadar bekleyeceksin, sıcaktan uyanacaksın. Sadık bir piknikçi gibi davranmak gerek bu dağlarda mutlu olmak için. İkisininin arası yok mu acaba? Ya piknikçi ya dağcı mı olunmak zorunda? Sabahın körü fikirleri bunlar işte tahmin edersiniz. Saçma fikirler çok hızlı, hareketler yavaşça...
Pazarlık yeteneğimi kullanarak, çıkışımızı 04:30'a ertelemeyi başardım. Duran da pek şikayetçi değil, 30 dakika daha tulumunda kalmaya.
Sucuktu, kahveydi, peynirdi, lavaştı derken, 05:30 gibi yürüyüşe çıkmış olmalıyız diye düşünüyorum. Kim çıkaracak şimdi çantanın ön gözüne koyduğu saati de, rapora yazmak için çıkış saatine bakacak? O çantayı bir indirirsem, "bırrrrr" sırtım buz gibi olacak...
Emli her zaman çok güzel, her geçtiğimde "keşke memleketin her yeri böyle ağaçlarla bezeli olsa" dediğim bir yer. Ah bir de ormanın kenarında şırıl şırıl akan deresi olsa. Ne kadar büyük bir hayal değil mi bu Aladağlar Çölü'nde? Sırtımdaki bir litrelik nalcenin şırıltısıyla yetiniyorum. Titremekten kasılarak hızlı adımlarla yürüyoruz. Tatsız bir saatte uyanmış olmak, işlevsel yaklaşımla ağzımıza ittirilmiş yiyeceklerin midede yarattığı karışıklık... Geğirmelerle gelen sucuk taarruzları...
Acaba bunların hepsi ilk defa bir araya gelmiş iki kişinin pek de kolay olduğu söylenemeyecek bir duvara gidiyor olmasının bahanesi mi? Ne Duran ne de ben, bunu şu anda kadar kendimize ya da birmirimize sormuş değiliz bu soruyu...
İki saatte Parmakkaya'ya çok yakın bir yere vardık. Duvarın tam dibine varmaksa nerdeyse 1 saatimizi daha almıştır. Girişe karar vermek, malzemeleri ayarlamaki elleri ovuşturmak da 45 dakika deseniz, 09:15 gibi duvara girmişizdir diye tahmin ediyorum.
1. İp: Önden ben gittim. Yaklaşık 40 m. kadar yükseldim ve bir oyuğa geldiğimde bir noktası sikkeden olmak üzere istasyon alarak Duran'ı yanıma aldım. Bu ip boyunda Parmakkaya ile ilgili konuşulurken hep bahsi geçen "çok fazla sikke var" durumuna şahitlik edeceksiniz. İniş istasyonu olduğu belli olan yerler dışında, gerçekten çok fazla sayıda sikke çakılı olduğu söylenebilir. Ama çakanların da vardır bir sebebi elbet. Tek söyleyebileceğim, bundan sonrası için daha fazla sikke çakılmayacağını ümit ediyor olduğumdur. Burada en baba yerin V+ olduğunu söylemek doğru olacaktır.
2. İp: 45 m kadar daha tırmandık, burada Duran önden gitti ve tam hörgüç-boyun denen bölgedeki ana istasyon noktasına beni aldı. Bu nokta aynı zamanda, iniş istasyonu olarak da kullanılacak geri dönüşte.
3. İp: Bahsi geçen babadan Duran emniyet alırken ben devam ediyorum. Burada, 6-7 m. kadar yükseldikten sonra (en fazla III derecedir) galiba işleri biraz zorlaştıran bir karar alarak, küçük bir bacaya dönüşmüş, büyük bir çatlağa yöneliyorum sola doğru giderek. (5 m. - V? derece) Benden başka bu kararı almış olanlar olduğunu, bacadaki eski sikkeyi gördüğümde anlıyorum. Bu sikkeyi çakan kişiye "helal olsun" dedikten sonra yükselip, aslında sağdan ulaşabileceğim bir noktaya çıkıyorum. Akşampınarı Vadi'nin kuzeye uzanan yönünü görebileceğiniz büyük bir yarıktan ve oldukça fazla miktardaki kuş pisliğinden ve kuş yuvalarından burayı ayırt edebilirsiniz. Bu geçişe girip de "sikkeyi kullanmayacağım" diyenler, orta ya da büyük boy camalot/friend ya da bir hex bulundururlarsa ferah ferah tırmanırlar. Hepi topu 15 m. yükselmişimdir. Bütün bu tantana bunun için yani... Çatlak/baca kısmı en fazla 5-6 m, V derece olduğunu düşünüyoruz. Bundan sonra üç metrelik bir sol yan geçişle kilit ip boyuna doğru giriliyor. Burada iki alet daha yerleştirdikten sonra, hareketi gördüğüm ama yapmaya cesaret edemediğim 3 hamleden sonra geri iniyorum ve Duran'ı alacak istasyonu kuruyorum. Belli ki ben sonrası için lider devam edemeyeceğim. (Bu arada rotayı tamamladığınızda anlıyorsunuz ki, 50 m.'lik ip kullanıyorsanız, zaten bu yan geçişe başlamadan bir istasyon almak daha iyi bir fikirmiş) Yani biz de rotayı dört ipe bölmüş olduk.
4. İp: Duran az önce aldığım istasyona geldi, lider malzemelerini değiştirdik, hemen devam etti. Benim az önce kastığım hamleyi kısa sürede geçti (Maşeallah). Uzun bir süre geçti, sürekli ip verdiğime göre adam ilerliyor. Son 10 m. ip kalana kadar tırmandı. Duvarın bu bölümündeki yankılanma yüzünden, birbirimize sesimizi çok zor duyuruyoruz, anlamıyor ve durumun gerektirdiği hareketleri yapıyoruz. Ne kadar ip kaldığını bağırış çağırış adama duyurabildim. Kısa bir süre içinde "istasyondayım" diye bir ses duyacağımı zannederken son dörde kadar geldik. "Alpeeeeeer son üç!" "Neee?" "Son üççç üçççç". Biz zaten bu istasyonu yükseltmeseymişiz, ipimiz en az 10 m. kısa kalacakmış zirveye varmadan önce. Duran zirveye ulaştığını söylediğinde, 2 m. ip kalmıştı. Ben de şimdi artçı olarak tırmanmaya başlıyorum. İyi ki lider gitmemişim diye düşünüyorum, bir kere de ipe yatarak son ip boyunu tamamlıyorum. Beklediğimizden daha uzun bir kilit olduğunu söyleyebilirim. (Neden daha azını beklediysek rehberler aynen bunu yazıyor zaten.) Bu 30-35 metrelik kısım için verilen VI ve VI- değerlerinin doğruluğuna tamamen katılıyoruz. Zirveye kaçta ulaştığımızı bilmiyoruz. 13:00 civarları olmalı.
İniş: 15:15'de tüm ekip yere ayak basmıştı. Çıkarken tespit ettiğimiz noktalardan yapıyoruz. İlki boyundaki babadan, ikincisi eşitlenmiş istasyondan, son 30 m. inişiyse kum saatinden yapıldı. Zaten genelde iki sikke ve bunlar arasında eşitlenmiş perlonlar var. Çıkarken bunların yerlerine dikkat edin.

Not1: Kullanılan rehber, "The Aladağ-Climbs and Treks in Turkey's Crimson Mountains", Cicerone Press, Ö.B. Tüzel (s. 216, rota s32)
Not2: Sikke ve çekiçler hiç kullanılmadı.
Not3: Rota genelinde, ip sürtünmesinin çok fazla olduğunu hissedeceksiniz.
Not4: Her babaya, iki iniş halkasıyla birlikte, yepyeni BD mor perlon takan kuldan Allah razı olsun :)

2 Aralık 2009 Çarşamba

Nihayet Geyve'deyiz...

Bay Türem, "Abi o kadar yazıp-çiziyoruz, halâ gitmediniz?" diyeli herhalde en az 5 hafta, Tirmanis.org adlı güzide eserin ilgili sayfalarını karıştırdığımdan bu yana da en az 4 hafta geçmiştir.
Gerçek kayaya dokunmayı bir türlü beceremiyor olmamızın üzüntüsünü, malumunuz hafta içi her gün gittiğimiz Boulder İstanbul'da çıkarıyoruz. Antrenman muhabbetlerimizin baş tacı Geyve'nin kendisiniyse bir türlü görmek nasip olmuyor. Uzun rotalar anlatılıyor, en az 60 m.'lik iplerden ve en az 15 ekspresle gidilmesi gerektiğinden bahsediliyor. İsteyene boltlu isteyene bol bol geleneksel rotalar varmış deniyor... E bizim de ağzımızın suları akıyor ama ne çare? Hava durumuydu, Toprak YC işleriydi derken, bir pazara ya da cumartesiye sıkışan, hafta içi bir günlük kaçamaklarla avunulan Ballıkayalar'dan başka seçenek kalmıyor.

Uzun lafın kısası, kurban bayramında büyüklerimizin ellerini sabah erkenden öpüyoruz ve Geyikbayırı'nın git-gel 1800 km. yolundan son dakikada vazgeçen bir ekiple, Geyve'ye doğru yola çıkıyoruz. Yol detayları Tirmanis.org linkinde ziyadesiyle bulunmakta. Bostancı Shell'den sonra 185 km. yol yapacağınızı söyleyerek bu bahsi kapatıyorum. Ekibimiz: Bayan Pekdemir, Bay Turna, Bay Girgin ve bendeniz...

İlk gün (27.11.2009) 15:00 civarlarında mekâna ulaştığımız için mümkün olduğunca keşif yapıp, bir gün sonraya hazır olmaktan başka hedefleyebileceğimiz bir etkinlik gözükmüyor. Alışverişimizi Geyve'de bir bakkalda yaptık, Sayın Girgin'in aldığı plastik sarı top ve Sayın Turna'nın Jelibonlar'ı sebebiyle 64 TL hesap ödeyerek Ceceler Köyü'ne doğru yola koyulduk. (Bu çap ve ebatta bir fatura karşılığında kampta hiçbir eksik olmamasını beklersiniz di mi? Tabi tabi...) 20 lt. su satın aldığımızı da ayrıca belirteyim.

Ekibimizde buraya daha önceden gelmiş kimse de yok. Yazıcıdan çıkışını almadığımız ve aklımıza yazdığımız yol tarifinde ufak tefek sapmalar oluyor. Kayaları görüyoruz ama aramızda biraz tarla var. Mükemmel bir ekip miyiz yoksa? Aşıyoruz tabi bu ufak sorunları...

Arabayı park ettiğiniz yerden, kamp yeri en fazla 15 dakika sürmesi gereken bir mesafe. Su kaynağı olduğunu tahmin ettiğimiz yeri de buluyoruz ancak su yok. (Mevsim itibariyle diye düşünün. Bu arada Kandi zaten, kaynaktaki aşırı kireçlenme sebebiyle su taşımayı önermekteydi. Bkz. Geyve Facebook Grubu)

Ben çadır kurmak ve akşam yemeği hazırlığı gibi işlerle uğraşırken, Turna da dayanamayıp patikadan rotaların dibine kadar gitmiş. (Kamptan yaklaşık 3,5 dak.) İyi de etmiş. En azından ilk defa geldiğimiz bu mekanda biraz daha az yabancılık çekeriz sabahleyin. Menümüzde yoğurtlu tuzsuz mantı (neden acaba?:)ve kıpkırmızı bir günbatımı var. Afiyetle yiyoruz. Erken yattık, saat en fazla 9 olabilir.

İkinci gün (28.11.2009) Zannettiğim kadar erken kalkamadım. Gölgesinde olduğumuz büyük çam ağacı bile saat 8 gibi çadırı ısıtmaya başlayan güneşi engelleyemiyor. (Bu arada, belirtmeden geçemeyeceğim, kamp yerinde güzelliğiyle bizim dikkatimizi çekmiş bir çam ağacı var. Yaşar Kemalcilik oynamayalım, betimlemeye hiç uğraşmayacağım. Gittiğinizde bakarsınız. Gözünüzden kaçacak gibi değil.)

Çok sakin bir kahvaltı ortamımız var. Bir gün öncesinin gazetesini okuyanlarlar, "laylon" topla ayaktopu tepenler ve dahi kitap okuyanlar... Ben de bir şey diyemiyorum kimseye açıkçası. Halimden memnunum. Kayalar çok yakın, hava ne sıcak be soğuk, manzara şahane... Bu tablodaki tek eksik, hemen yanımızdan akan bir dere olabilir. Şaka bir yana Geyve, kulüpte derslerde anlatılan "ideal kamp yeri" tanımlamasının vücut bulmuş hali adeta. Bu arada, hiç belirtmedim ama anlaşılıyordur belki. Şu anda Geyve Tırmanış Bahçesi'nde adı geçen bu 4 kişiden başkası yok! Nerde bu insanlar? Herhalde Geyikbayırı'nda falan olacaklar?

Yaza daha yakın aylarla ilgili olarak aldığımız bilgi, havanın saat 11'den sonra çok sıcak olduğu yönündeydi. Bulutsuz bir havada, tırmanışın yapıldığı yüzeylerin hemen hepsinin güneş aldığını söyleyebilirim ama bu mevsimde tırmanmayı engelleyecek bir havadan eser yok artık.

Biraz taşlı tarla kenarından, biraz çalıların içinden giden patika zaten doğrudan duvarın dibine gidiyor. Pırıl pırıl boltlar parlıyor. İlk gün, hemen patikanın önündeki rotaların başlangıcına bırakılmış prussik iplerini bir şekilde "bitmemiş rota" şeklinde yorumlayarak, kaya bloğunun en solundaki, en son boltlu rotalara kadar yürüdük. Bu arada, gözümüze 9 derece ve üzeri gibi gözüken, henüz çalışılmaya devam edilmekte olan (bırakılmış ekspresler vardı) rotalara hürmetle bakarak devam ettik. Kaya blokları kenarı boyunca, Türem ve Yeşildal'ın geleneksel çıkmış olduğunu düşündüğümüz rotaya kadar Turna gitti. Bu arada, oldukça fazla zamanımızı kayayı ve rotaları incelemekle geçirdik.

Rota isimleri konusunda kusura bakmayınız, lakin şu anda "tarzanca" tarifler dışında yapabileceğimiz pek bir şey yok. Yukarıda linkini bulacağınız Facebook grubunu takip etmenizi önereceğim. En son boltlu rota ve yanındaki rotayı ısınmak için gözümüze kestiriyoruz. Bu iki rotadan ilki biraz daha zor olmakla beraber, ikisinin de 5'den çok daha yüksek olmadığı konusunda hemfikiriz. Turna en soldaki son rota için "6 gibi bir şey" diyor, onun sağındakineyse ben 5 dereceden fazla pek vermiyorum. Yarın öbür gün "vay efendim böyle demiştiniz" falan olmasın ama lütfen. :) Bu rotalar yaklaşık 15 m. uzunluğunda, pozitif eğimleri var. Üstten emniyet (top rope) da alıyoruz bir süre.

Daha sonra, aynı bloğun sağına doğru geçiyor ve ortasında doğru belirgin bir biçimde kırmızı-sarı karışımı rengiyle öne çıkan masif yüzeye geçiyoruz. Burda da iki yeni rotamız var. Biri, belirgin bir yarık boyunca yaklaşık 15 m. boyunca giden, oldukça rahat klip pozisyonları bulunan rota (Bkz. bir sonraki blog yazımız). Gene onun yanında istasyonunu görmek nasip olmayan, adeta 6'dan başlayan bir sayı dizisi gibi ilerleyen bir rotamız var. Girişi 6, devamen tatlı tatlı gelen 7 ve sanki çaktırmadan karşımıza çıkıveren bir 8. Acaba nereye kadar gidiyor? Turna bu noktada bir ekspresi yarının mesaisine bırakırken, ben çoktan çantamı toplamaya başlamıştım bile...

Akşamki planımızsa adeta bir bomba! Geyve merkeze gidiş ve sıcak iki üç tas yemek siparişi veriş! Dün akşamki mantı hezimeti ve kamp malzemesi eksiklerini gidermek için de bir fırsat tabi ki bu. Ek olarak 10 lt. su da alıyoruz. Kampta çaydı, çorbaydı derken suları bitirecek gibiyiz çünkü. Bir de müthiş organize ve uyumlu ekibimiz, bahaneyle baharat ve tuz gibi birkaç "küçük detayı" da ikmal ediyor. :) Bu gece herkes mutlu uyuyacak. Kadayıf bile yedik yahu!

Üçüncü gün (29.11.2009) Yazı için çok kısa, yaşamak için ne uzun bir gün! Sabah 7 buçukta kalkış. El emeği göz nuru kahvaltı. Bu arada gökyüzü biraz bulutlu mu ne? "Olsun, en azından terlemeden tırmanırız." Olumlu düşünüyoruz. Taş çatlasın 9'da rotaların dibindeyiz, yani dün bıraktığımız ekspresin tam altında. Biraz yağmur çiseliyor ama aldırmıyoruz, bekliyoruz. İlk bolta ulaştığım anda artık yağmur yağmaya başlıyor. "E peki madem." İniyorum. Pılımızı pırtımızı toplayıp görece korunaklı bir "mini mağaraya" sığınıyoruz. Mağara dediğime bakmayın, bu bir oyuk sadece. Bir süre kuru üzüm, fındık, çikolata ile vakit geçiriyoruz. Ihlamur da bitiyor, kocaman bir deve armudu da... Ama yağmur dinmiyor. Kiminin uyuduğu kiminin de kitap okuduğu bir "tırmanış" günü de burada bitiyor. Yağmur dinse de artık hava karardı ve sis bastırıyor. Hava sıcaklığı da birdenbire düşüyor. İnanmayacaksınız ama ateş yaktık. (KAmp yerinde taşlarla çevrili özel bir ateş yakma alanı var.)

Dördüncü gün (30.11.2009)
Kalkış saatimizi artık öğrendiniz. Gene sisli bir sabahtayız, yağmur olmayacak herhalde ama bu sefer de önümüzü göremiyoruz neredeyse. Neyse, ben rotalara geçeyim. Patikanın kayayla buluştuğu yerdeki ilk boltlu rotaların dibindeyiz. En sağdaki rotaya giriyorum, ne desem bilemiyorum? 5 derece ve nazik bir 6 ile devam eden, ve uzunluğu 30 m. sınırına dayanan güzel bir rota. Pozitif yüzeylerin hakim olduğu söylenebilir. Pekdemir ve Girgin az sonra bu rotaya üstten emniyetle girecekler. Ben inerken, tam solumda Turna yükseliyor, istikrarlı bir biçimde 6 derece dediği bir rotada ilerliyor, bu da benzer uzunlukta bir rota. Sonunda Geyve'ye geliş sebebimiz olan uzun rotalarla karşılaşmaya başladık galiba. Bu arada, abartı zannedebilirsiniz ama tırmanıcı 15 m. yükseldiğinde, emniyetçi hayal meyal gözüküyor sis yüzünden.

Buradan sonra dün tanışıp anlaştığımız şu çatlak boyu rotaya yöneliyoruz burada Girgin ve Pekdemir ayrı ayrı lider çıkış yapıyorlar. Ben dünden kalan "ekspres hesabını" görmek için hemen sağındaki rotaya yöneliyorum. hesabı kapatmak için 5 boltluk bir yolum var ki bu da sırasıyla 6-7 ve sonradan öğreniyorum ki 8 derece anlamına geliyor. Turna sağolsun, heyecanı kaçmasın diye filmin sonunu benden saklıyor:) Ben de en nihayetinde, yandaki rotaya tırmanıp, istasyonundan "yana zıplayış" tekniğiyle kurtarıyorum ekspresi. (+18€) Tüm bunlar olurken, Turna, aynı bloğun en solundaki sarmaşıklı bacamsı yapının hemen yanındaki 35. metresinde bir kilitli bırakılmış olan 6-7 derece seviyesindeki rotaya girerek çok iyi bir seçim yapıyor. Girgin de bu rotayı üstten emniyetle tırmanıyor.

Sonuç
4 brüt, 2,5 net mesai gününde gördüklerimi siz sayın okuyuculara arz ederim: Oyukların bolca olduğu, kırılmalardan ziyade su aşındırması izlerinin şekillendirdiği delikli tutamaklar ve yer yer iğneli bir yapı var. Denediğim çok az sayıdaki rotadaki belirleyici hamleler esneklik, küçük ama güçlü yüzey tutuşları gerektiriyorlar. Ya da tek-iki parmak çekişler. Rotaların zorluk dereceleri, kendi içinde değişkenlik gösteriyor. Artık "zorluk" mu "zevk" mi olarak kabul edersiniz bilmem, uzun rotalar var. (30 m. ve fazlası) Bolt araları kısa, ilk boltlar genelde alçak, klip pozisyonları uygun ve stressiz :)
Ki bunların tümü tekrar takrar Geyve'ye gitme nedenlerim olacaklar... Allah bulandan, gidenden, gelenden, açandan, alandan, yazandan, duyurandan razı olsun :)
Fotoğraflar: Pekdemir ve Aybudak

8'den korkma, yanında 5 var...


8 again?
Originally uploaded by rideanatolia
Geyve'deki bu rota, ısınarak güne başlamak için oldukça ideal, genel olarak paralel bir büyük çatlak boyunca ilerliyor. 3 boltu ve bir istasyonu var, uzunluğu yaklaşık 15 m. Son klibine (istasyon) uzanan üç noktalı hamlesinin şaşırtıcılığı dışında teknik bir zorluğu olduğunu düşünmüyorum. 5 dereceden daha fazla olduğunu söyleyemem. Pozitif yüzeyi ve rahat klip konumları sayesinde, ilk lider tırmanışlar için de ideal bir rota olduğu söylenebilir. 8 derecelik bir geçisi olan hemen sağındaki uzun rotada bıraktığım ekspresi almak için tekrar girdiğimde çektiğim bir fotoğraf. Rota isimlerini öğrenir öğrenmez ekleyeceğim. Emniyetçimse Pekdemir.

1 Eylül 2007 Cumartesi

Sleeping in the clouds

The near 4000-meter high peaks of Niğde's Aladağlar Mountains offer visitors the thrill of a lifetime.

When I stop to think about it, a thrill goes through me as I realize that I have embarked on the most important mission in my life. I think, too, about how the bags that have come 90 kilometers piled randomly on the top of the minibus were handed down, one by one, all amidst great merriment. Some fifty novice mountain climbers are standing at the side of the asphalt road that ends at Demirkazık, the last village before the mountain. And I’m one of them. Things we’d contented ourselves with only hearing about until today are upon us now in all their reality. And the sharp wind and hot sun mean that these city kids, who’ve never been up this high before, are going to be in for an even bigger surprise as the altitude increases. A bit of dizziness, perhaps some slight nausea. But if we sleep up here one night, it’ll all pass. Or so we’ve heard…

TRAVELING BY MOUNTAIN TRAIN
We are waiting for the tractors, ‘mountain trains’ to us, which we’ve been told have set out from the village. Facing us is a very long and high mass that reveals, merely by the black spots that appear here and there on its sheer north walls, that it is actually made of rock. The highest peak (Demirkazık, 3756m), which we have heard reveals itself only rarely in the winter months, crowns the northern region, hidden behind a storm-woven veil, exactly as we’ve been told it would. Alaca (3588m) and Kaldı (3736 m), the stellar peaks of the southern region where we are headed, gleam brightly with the masses of unsullied snow on their sunlit southern slopes. These details remain indelible in my mind despite the passage of close to ten years and dozens of climbs made here and in other regions of Turkey. The Yıldız Technical University Mountaineering Club is about to set up its winter training camp. The air is cold, the sun is shining brightly and the village is high. As for us, we have just seen the first real mountain of our lives, and fear mingles with awe... Opposite us is the Aladağlar Range.

A CLIMBING GARDEN
A world famous national park hundreds of square kilometers in area, stretching from Niğde to Kayseri and all the way to Adana in the other direction; a ‘climbing garden’, an important plant area (IPA) and a bird watching area to boot. Although Kayseri Airport may be preferable for reaching the mountain, we must emphasize that the climbs start from the center at Niğde.

As far as mountaineers are concerned, the region can be said to be divided basically into four: North, South, Seven Lakes and Torasan. The first three are the frequently visited spots with the most popular summits and sheer walls of rock.

The Aladağlar Mountains are a vast and ecologically sensitive area where everybody can create his own adventure, from experienced mountain climbers who want to organize their own climbs to holidaymakers who want to enjoy their annual leave at the heights amidst endemic species and peace and quiet. An area famous not only for its climbs but also for its long hikes in the adjoining areas, one of the most important of which is the Trans Aladağlar hike that starts from the boundary of Niğde province and ends at Kapuzbaşı Waterfall on the Kayseri province line.

GOING AGAINST GRAVITY
Coming back here after so many years is different, of course. You go to the valleys, the gorges, the summits as if you’re returning to a friend’s home visited often over a lifetime and remembered with affection. Even if fog blankets the valleys, you can still walk, knowing but not seeing where you’re going. The initial fear of hunger and catching cold gives way to ideas of how to organize climbs sans tent and sleeping bag so as to carry less baggage. After the hiking routes that stretch horizontally for hours, planning begins of vertical routes that take you upwards against the force of gravity. Training groups of tens of persons are superseded by climbing groups of two or three loyal friends. Teams of friends who understand each other without speaking, happy to be in pursuit of the same silence, the same cold, the same peak.

APPROACHING THE MOUNTAIN
The vast landscape over which the range is spread means that you must decide first of all which valley system your route is going to take. Like the hundreds of routes descriptions of which you can find in the guidebooks at Aladağlar, there are also hundreds of routes that have never been tried, either because of technical difficulty or because they are too long. And this is why the area is known with good reason as a ‘climbing garden’.
It is common practice here for the villagers to use their tractors transport the mountaineers to the place where they are going to start their climb. This service eliminates the need for hiking on the long, hot dirt roads in summer or trudging in the harsh wind through deep snow in winter and enables the climbers to conserve their time and energy for the actual ascent. For the villagers it is a source of income, albeit small, outside their normal activities.

SHEDDING WEIGHT
When you pack in the same bag all the technical equipment that will enable you to climb safely along with the requisite gear for comfort and keeping warm, we’re talking about a load of at least 25 kilos. In other words, it is recommendable that you rent a mule, or double the time you set aside for reaching the bottom of your route. It’s for this reason that as the years passed and the routes increased in technical difficulty, people went over to smaller, lighter and, inevitably, more expensive gear. To increase speed you might even forego carrying some of these things altogether. On advanced level technical climbs sleeping bags and tents have started to head the list of things to be left at home because they are heavy and take up a lot of room.

SLEEPING AT THE SUMMIT
Waving at airplanes, the thrill of experiencing the void, hundreds of kilometers of solitude, a profound silence not felt anywhere else, the quest for inner peace, philosophizing, blackberry picking, a picnic, an annual holiday… These are just a few of the reasons for going to the mountains. Each one an adventure in itself, each one one of the biggest thrills a person can experience in which he can test his own limits. And what about sleeping? Can that be an adventure in its own right? What do you say?

Mountain climbing is a thrill that begins the minute you put down your name and join the club. Something that’s different every time you do it. With new things to see and learn each time as if for the first time. Not just an adventure fraught with danger but a cultural bond that can reduce thousands of kilometers to naught. That enables you to understand those who reach the top and those who don’t. To sleep, shivering, at the summit for the sake of a single photograph...

This article was published in Turkish Airline's inflight magazine Skylife on September 2007.

Bulutlarda uyumak


Niğde Aladağlar'ın dört bin metreye dayanan dorukları ziyaretçilerine bir yaşamda sadece bir kez yaşanabilecek heyecanlar sunuyor.

Düşünüyorum da… Aklıma ilk gelen, hayatımızın en önemli işine başlamış olmanın heyecanı. Bir de tesadüflere bağlanmış şekilde 90 kilometre boyunca minibüsün tepesinde gelmiş çantaların nasıl indirildiği; elden ele, neşeyle. Elli kadar acemi dağcı, dağa en yakın yerleşim olan Demirkazık Köyü'nde biten asfalt yolun kenarında duruyor. Ve ben onlardan biriyim. O güne kadar sadece duymuş olmakla yetindiğimiz şeyler, şimdi tüm gerçekliğiyle karşımızda. Keskin rüzgâr ve kızgın güneş, daha önce hiç bu kadar yükseklere çıkmamış şehir çocuklarını daha da şaşırtacak irtifa arttıkça. Biraz baş dönecek, belki hafif bir bulantı olacak. Ama duyduğumuza göre bir gece uyursak yukarılarda, hepsi geçiverecek...

DAĞ TRENİYLE YOLCULUK
Köyden yola çıkmış olduğunu öğrendiğimiz traktörleri, aramızdaki tabiriyle 'dağ trenlerini' bekliyoruz. Sadece sert kuzey duvarlarında yer yer görülebilen, siyah lekeleriyle aslında kayadan ibaret olduğunu belli eden upuzun ve yüksek bir kütleyle karşı karşıyayız. Kış aylarında nadiren kendini gösterdiğini duymuş olduğumuz en yüksek zirve (Demirkazık, 3756 metre) aynı bize anlatıldığı gibi fırtınalardan dokunmuş bir peçenin ardına gizlenmiş, kuzey bölgesinin tahtında oturuyor. Ancak bizim gideceğimiz güney bölgesinin yıldızları Alaca (3588 metre) ve Kaldı (3736 metre) güneşe bakan güney yamaçlarındaki pürüzsüz kar kütleleriyle pırıl pırıl parlıyorlar.


Aradan geçen yaklaşık on bir yıla, ülkenin başka bölgelerinde ve buralarda yapılan düzinelerce tırmanışa rağmen unutulmamış detaylar bunlar… Yıldız Teknik Üniversitesi Dağcılık Kulübü'nün kış temel eğitim kampı başlamak üzere. Hava soğuk, güneş parlıyor ve köy yüksek. Bizse hayatımızın ilk gerçek dağını görmüşüz, korku ve hayranlık birbirine karışıyor... Karşımızda, Aladağlar Silsilesi.

BİR TIRMANIŞ BAHÇESİ
Niğde'den Kayseri'ye ve diğer ucu da Adana'ya varan etekleriyle yüzlerce kilometrekarelik bir alana yayılan dünyaca ünlü milli park; bir tırmanış bahçesi, önemli bitki bölgesi (ÖBB) ve kuş gözlem alanı. Dağa ulaşmak için Kayseri Havaalanı da tercih edilebilse de, tırmanışların başladığı merkezin Niğde olduğunu vurgulamak gerekir.

Dağcılar açısından bölgenin temelde dörde ayrıldığı söylenebilir: Kuzey, Güney, Yedigöller ve Torasan. Bunlardan ilk üçü sıkça ziyaret edilen, en popüler zirveleri ve kaya duvarlarını barındıran yerler.

Tırmanış tecrübesi olan ve kendi organizasyonunu yapmak isteyen dağcılardan, yıllık izinlerini yükseklerde endemik türler ve sessizlik içinde geçirmek isteyen tatilcilere kadar uzanan geniş bir yelpazede, herkesin kendi macerasını yaratabileceği oldukça geniş ve ekolojik olarak hassas bir bölge Aladağlar. Sadece tırmanışla değil, bölgeleri birbirine bağlayan uzun yürüyüşleriyle de meşhur, bunlardan en önemlisi Niğde sınırlarından başlayıp Kayseri il sınırlarındaki Kapuzbaşı Şelaleleri'nde sona eren Trans Aladağlar yürüyüşü.

YERÇEKİMİNE KARŞI
Yıllar sonra yine buralara gelmek bir başka oluyor tabi, ömrün boyunca ziyaret ettiğin ve muhabbetine doyamadığın dostunun evine geliyor gibi gidiyorsun zirvelere, vadilere, boyunlara. Vadilerini sis etekleri kapatsa da sen gene de yürüyebiliyorsun nereye gittiğini bilerek, ama görmeden. İlk günlerdeki aç kalma ve üşüme korkusu yerini, daha hafif çantalar taşımak için çadırsız ve uyku tulumsuz tırmanışlar düzenleme fikrine bırakıyor. Artık saatlerce yatay uzanan yürüyüş rotalarından, sizi doğrudan yerçekimine karşı yükselten dikey rota planları yapılmaya başlanıyor. Onlarca kişiden oluşan eğitim toplulukları yerlerini iki-üç vefalı dosttan oluşan tırmanış ekiplerine bırakıyor. Aynı sessizliğin, aynı soğuğun ve aynı doruğun peşinde olmaktan mutlu, konuşmadan anlaşan dostlardan oluşan ekiplere.

DAĞA YAKLAŞIRKEN

Silsilenin yayılmış olduğu geniş coğrafya öncelikle rotanıza hangi vadi sistemlerini izleyerek çıkacağınıza karar vermenizi gerektiriyor.
Aladağlar'da rehber kitaplardan da tariflerini bulabileceğiniz yüzlerce rota olduğu gibi, bir o kadar; uzaklıkları ya da teknik zorlukları sebebiyle çıkılmamış rotalar da bulunuyor. Bölgenin 'tırmanış bahçesi' tanımlamasını hakkıyla taşıyor olmasının sebebi de işte bu... Buralarda, köylülerin traktörleriyle dağcıları tırmanışın başlayacağı noktalara taşımaları oldukça yaygın bir uygulama. Yaz aylarında kavurucu uzun toprak yollardan, kışın ise kuvvetli rüzgâra karşı karda bata çıka yapılacak yürüyüşleri ortadan kaldıran bu hizmet, dağcıların tırmanışları için harcayacakları enerji ve zamandan tasarruf etmelerini sağlıyor. Köylüler içinse günlük faaliyetleri dışında ufak da olsa bir ek kazanç demek.

ÇOK DAHA HAFİF OLMAK
Konfor için gerekli ve sizi sıcak tutacak malzemelerle birlikte, güvenli bir şekilde tırmanmanızı sağlayacak teknik malzemeleri aynı çantada buluşturduğunuzda, en az 25 kilo çeken bir yükten bahsedebiliriz. Yani bir katır kiralamanız ya da rotanızın dibine ulaşım için ayırdığınız süreyi iki katına çıkarmanız önerilebilir. İşte bu nedenle seneler ilerledikçe ve rotaların teknik zorluk dereceleri arttıkça daha küçük, daha hafif ve daha pahalı malzemelere geçilir. Hatta hızı artırmak için bunların bazılarını taşımaktan vazgeçildiği bile olur. İleri seviyedeki teknik tırmanışlarda, kapladıkları yer ve ağırlıkları sebebiyle uyku tulumu ve çadır evde bırakılacaklar listesinde ilk sırada yer almaya başlar.

ZİRVEDEKİ UYKU
Uçaklara el sallamak, boşluk hissinin heyecanı, yüz kilometreler boyunca uzanan yalnızlık, başka hiçbir yerde duyulamayacak derinlikteki sessizlik, huzur arayışı, felsefe, böğürtlen toplamak, piknik veya yıllık izin… Dağda olmak için seçilebilecek sebeplerden sadece birkaçı. Her biri kendi içinde bir macera, her biri kişinin belki de kendi sınırlarını zorlayarak yaşadığı en büyük heyecanlardan. Peki ya uyumak? Ne dersiniz kendi başına bir macera olabilir mi?..

Kulübe kayıt imzasını attığınız andan başlayan bir heyecandır dağcılık. Her defasında yeni bir yüzle karşınıza çıkan. Her defasında ilk defa gördüğünüz ve öğrendiğiniz bir şeyler barındıran. Tehlikeli bir macera değil sadece, binlerce kilometreyi sıfırlayan bir kültürel bağ. Yükseklere çıkanları ve çıkmayanları anlamanızı sağlayan. Bir kare fotoğraf için titreyerek zirvede uyumaktır...

Bu gezi yazısı, THY'nin Skylife dergisi Eylül 2007 tarihli sayısında yayımlanmıştır.