Harboring a hitherto little known Mardin, the Dara ruins 30 km from Nusaybin continue to preserve their age-old secrets.
It’s impossible to stroll through the streets of Mardin and not be struck by the architecture and stone workmanship and the stories they tell. Yet after taking my fill of photographs of Mardin children, I decided to hit the road again. Thirty kilometers along the highway to Nusaybin I came upon the village of Oğuz. Putting aside my astonishment at how I’d missed Dara before as I drove on to more remote destinations, I have to admit I realized instantly that I was surrounded by an ancient Mardin inextricably intertwined with the village.
It was about to rain. The environs were quite dry and the pervasive tone was yellow. Children, village life, precisely cut stones and a Roman city all melded seamlessly into one another.
As I strolled among the domes, aqueducts and cisterns, an array of rock-cut tombs like those at Cappadocia, cave dwellings 8-10 meters in depth like those at Hasankeyf, and stone-carved figures and inscriptions in the walls appeared before me, whetting my curiosity and inspiring joy. Joy because it was at precisely that moment that I began to make the acquaintance of a different Mardin, in the Roman city of Dara - Anastasiopolis, dating back to the 6th century and so powerful that it was able to fend off invading armies.
MESOPOTAMIA’S FIRST DAM
The children of Dara had already fallen in in front of me to be my guides. This ancient city is known as the second most important border city, after the Southeastern metropolis of Nisibis (modern Nusaybin), of the Eastern Roman, or Byzantine, Empire. According to the sources, the Silk Road, that artery of international trade, ran through it. This capital of the transit trade was at one time even the seat of a bishopric until its importance waned following a period of incessant raids. Su sarnıçları, su depoları, bir su medeniyetine işaret ediyordu. Suyun akışını, oranını ya da bekletilmesini kontrol edebilen bir sistemin kalıntıları olan havuzlu salonu ve hendeği ile dwellings and churches with their ceiling decorations and walls carved with figures of Mary, Jesus and the cross tell the story of the city’s encounter with Christianity. But Dara played host to a number of religions in its various periods, and religious diversity also brought conflict in its wake - a situation in evidence even today and the reason why you can see elements of so many different religions all in one place here.Fragments of the city of Dara, which has been dubbed the Ephesus of Mesopotamia, have been used in the construction of the present-day village, which makes it difficult to arrive at clearcut data regarding the city.
THE EXCAVATIONS CONTINUE
In the book, ‘Mardin, Memory of Stone’, Prof. Metin Ahunbay, director of the Dara excavations, writes of the city: “The second largest ancient city in the province of ancient Mardin is Dara-Anastasiopolis, founded by the Roman emperor Anastasius and bearing his name. (Construction begun in 505 A.D.) The terrain is especially suitable for settlement: A large stream flows between the slopes of the valley in a north-south direction. A hill in the city’s northern sector is the spot most conducive to settlement; encircled by defense walls, Anastasiopolis - Dara is in the position of a ‘citadel’, and even today is known as the ‘Fortress Quarter’ of the village of Oğuz.” In the sources Dara is mentioned as a garrison town. Ahunbay says that the design of the city’s defense walls exhibits a similarity with the military architecture of Northern Syria in Late Antiquity and speaks of majestic three-storey towers where soldiers could be deployed to defend the city. Nonetheless little survives today of the city’s defense walls, which were the scene of great battles between the Romans and the Sasanians of Iran. The city has two gates, one opening in the direction of Nusaybin, which was an important commercial center in the period. Prof. Ahunbay gives information about the dam system and the trench that lay in front of this gate: “Special installations were built at the spots where the stream that ran through the city entered and exited. The arched openings in the walls allowed for the flow of water in both directions. Before it entered the city, the water at the river’s entrance was collected in a large pool. Through special sluices, it was then emptied into the trench from which it entered the city via canals.”
WHERE THE SOIL IS GOLD
As I continue to stroll through the city with the children of Dara, they show me some coins they’ve found left from the Roman period.Soon an elderly granny who lives in the village of Oğuz is trying to sell us a clay pot together with the soil in it, because she believes, or so she says, that this soil is gold. And perhaps she is not entirely unjustified. After all, we are in the middle of a magnificent Roman city that has been forgotten in time, on soil that is the color of pure gold.
This article was published in Turkish Airline's inflight magazine Skylife on February 2008.
With my thanks to Miss. Pekdemir due to her support in preparing the article while I was doing my military service.
Please view the Turkish translation of the article for photographs.
5 Şubat 2007 Pazartesi
Bambaşka bir Mardin: Dara
Nusaybin’e 30 km. uzaklıktaki Dara Harabeleri, içinde pek de bilinmeyen bir Mardin’i saklıyor ve hâlâ sırlarını korumaya devam ediyor.
Mardin’in sokaklarında dolaşıp taş işlemeciliğine, hikâyelerine, mimarisine hayran kalmamak mümkün değil ama, artık klişe Mardin fotoğraflarına hiç dokunmadan yola koyulmaya karar vermiştim. Nusaybin’e ulaşan otoyolun otuzuncu kilometresinde Oğuz Köyü’ne vardım. Daha uzaklara gitmeyi göze alıp, Dara’yı bugüne kadar es geçmiş olmanın şaşkınlığını bir kenara bırakacak olursam, köy ile iç içe geçmiş bir antik Mardin’in ortasında olduğumu hemen fark ettiğimi söyleyebilirim. Yağmur ha yağdı ha yağacak gibiydi. Hakim renk sarı ve etraf oldukça kuraktı… Çocuklar, köy hayatı, düzgün kesme taşlar ve bir Roma kenti birbiri içinde eriyordu... Kubbeler, kemerler, sarnıçlar arasında dolaşırken karşıma Kapadokya’dakilere benzer kaya mezarları, Hasankeyf’teki gibi 8-10 metre derinlikteki mağara evler, taş duvarlara işlenmiş figürler ya da yazıtlar çıkıyor; tümü merakımı ve sevincimi aynı oranda artırıyordu. Seviniyordum çünkü tam da o anda başka bir Mardin ile tanışmaya başlamıştım. Tarihi 6. yüzyıla inen, ordulara uzun süre direnebilecek güçteki Roma kenti Dara - Anastasiopolis ile…
MEZOPOTAMYA’NIN İLK BARAJI
Daralı çocuklar rehberim olmak için çoktan önüme düşmüşlerdi. Antik kent, Doğu Roma’nın diğer deyişle Bizans’ın, Güneydoğu metropolü Nisibis’den (bugün Nusaybin) sonra ikinci önemli sınır kenti olarak biliniyor. Kaynaklara göre ticaretin kalbi İpek Yolu, kentin içinden geçiyordu. Bu transit ticaret merkezi, bir dönem piskoposluk merkezi de olmuş ancak sürekli devam eden akınlar sonrasında sönüp gitmişti. Kenti dolaşırken karşıma çıkan kalıntılar, bunu doğrularcasına izlerini gösteriyordu. Bilgilendirme tabelaları Dara’nın Mezopotamya’nın ilk barajının ve sulama kanallarının kurulduğu kent olduğunu yazıyordu. Bugün şaşırtıcı nizamıyla dikkat çeken kanallara ait izler yerli yerindeydi. Su sarnıçları, su depoları, bir su medeniyetine işaret ediyordu. Suyun akışını, oranını ya da bekletilmesini kontrol edebilen bir sistemin kalıntıları olan havuzlu salonu ve hendeği ile beraber... Oyma kaya evler, tavanlarındaki süslemeleri, duvarlarına işlenmiş Meryem, İsa ve haç figürleriyle kaya kiliselerine dönüşmüş yapılar kentin Hıristiyanlık macerasını anlatıyordu. Fakat Dara pek çok dine farklı zamanlarda ev sahipliği yapmıştı. Din çeşitliliği, beraberinde çatışmaları getirmişti. Bu durum da bugün farklı dinlere ait simgeleri bir arada görmemizin sebeplerinden biri olarak görünüyor. Mezopotamya’nın Efes’i olarak nitelenen Dara kentinin parçaları şu an varolan köyün inşasında kullanılmıştı. Ve bu yüzden kent hakkında net verilere ulaşmayı güçleştiriyordu.
KAZILAR DEVAM EDİYOR
Dara kazılarını yürüten Prof. Metin Ahunbay ‘Taşın Belleği Mardin’ adlı kitapta kent ile ilgili şunları yazar: “Antik Mardin ili içindeki ikinci büyük antik kent, Roma İmparatoru Anastasius’un kurdurduğu, aynı imparatorun adını da taşıyan Dara-Anastasiopolis’tir. (inşaatın başlangıcı 505 yılı)... Arazi yerleşme için çok elverişlidir: Kuzey-güney yönünde uzanan vadinin yamaçları arasında suyu bol bir dere bulunmaktadır. Kentin kuzey kesimindeki tepe, bir yerleşme için en uygun noktadır; surlarla çevrili Anastasiopolis - Dara’nın ‘sitadel’i anlamında bir konuma sahiptir. Nitekim günümüzde de Oğuz köyünün ‘Kale Mahallesi’ olarak anılır.”Dara bir garnizon kenti olarak geçiyor kaynaklarda. Ahunbay, Dara’nın kent suru tasarımının Geç Antik dönem Kuzey Suriye askeri mimarisiyle benzerlik gösterdiğini söylüyor ve asker yerleştirme imkânı da sağlayan heybetli üç katlı burçlardan söz ediyor. Sasani ve Roma’nın büyük savaşlarına sahne olan kentin surlarından günümüze ise pek bir şey kalmamış. Kentin iki kapısı varmış. Biri dönemin önemli ticaret merkezi Nusaybin’e açılıyormuş. Prof. Ahunbay bu kapının önündeki hendek ve baraj sistemi ile ilgili şunları bildiriyor: “Kentin ortasından geçen derenin giriş ve çıkışında özel düzenlemeler yapılmıştır. Her iki yönde de beden duvarlarına açılmış kemerli gedikler suyun akışına izin vermektedir. Dere girişi tarafında su, kente girmeden önce kanallarla büyük bir havuza toplanmaktadır, sonra özel düzenlenmiş oluklarla hendeğe boşaltılmakta, oradan kente giriş gerçekleşmektedir.”
“TOPRAK ALTINDIR”
Daralı çocuklar ile kent içinde dolaşmaya devam ederken, bana bulmuş oldukları Roma döneminden kalma sikkeleri gösteriyorlar. Az sonra Oğuz köyünde yaşayan teyze, toprağı ile beraber bir çömlek satmaya çalışıyor, çünkü toprak altınmış, öyle diyor, ona inanıyor... Haksız da değil belki. Altın renkli toprakların üzerinde, zaman içinde unutulmuş heybetli bir Roma kentinin ortasındayız ne de olsa...
Askerde olduğum dönemde yayımlanmış bu yazının hazırlanmasındaki katkıları için Bayan Pekdemir'e teşekkürü bir borç bilirim.
Bu makalenin redakte edilmiş hali, THY'nin dergisi Skylife dergisi Şubat 2007 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Please click to view English translation of the article above.
Mardin’in sokaklarında dolaşıp taş işlemeciliğine, hikâyelerine, mimarisine hayran kalmamak mümkün değil ama, artık klişe Mardin fotoğraflarına hiç dokunmadan yola koyulmaya karar vermiştim. Nusaybin’e ulaşan otoyolun otuzuncu kilometresinde Oğuz Köyü’ne vardım. Daha uzaklara gitmeyi göze alıp, Dara’yı bugüne kadar es geçmiş olmanın şaşkınlığını bir kenara bırakacak olursam, köy ile iç içe geçmiş bir antik Mardin’in ortasında olduğumu hemen fark ettiğimi söyleyebilirim. Yağmur ha yağdı ha yağacak gibiydi. Hakim renk sarı ve etraf oldukça kuraktı… Çocuklar, köy hayatı, düzgün kesme taşlar ve bir Roma kenti birbiri içinde eriyordu... Kubbeler, kemerler, sarnıçlar arasında dolaşırken karşıma Kapadokya’dakilere benzer kaya mezarları, Hasankeyf’teki gibi 8-10 metre derinlikteki mağara evler, taş duvarlara işlenmiş figürler ya da yazıtlar çıkıyor; tümü merakımı ve sevincimi aynı oranda artırıyordu. Seviniyordum çünkü tam da o anda başka bir Mardin ile tanışmaya başlamıştım. Tarihi 6. yüzyıla inen, ordulara uzun süre direnebilecek güçteki Roma kenti Dara - Anastasiopolis ile…
MEZOPOTAMYA’NIN İLK BARAJI
Daralı çocuklar rehberim olmak için çoktan önüme düşmüşlerdi. Antik kent, Doğu Roma’nın diğer deyişle Bizans’ın, Güneydoğu metropolü Nisibis’den (bugün Nusaybin) sonra ikinci önemli sınır kenti olarak biliniyor. Kaynaklara göre ticaretin kalbi İpek Yolu, kentin içinden geçiyordu. Bu transit ticaret merkezi, bir dönem piskoposluk merkezi de olmuş ancak sürekli devam eden akınlar sonrasında sönüp gitmişti. Kenti dolaşırken karşıma çıkan kalıntılar, bunu doğrularcasına izlerini gösteriyordu. Bilgilendirme tabelaları Dara’nın Mezopotamya’nın ilk barajının ve sulama kanallarının kurulduğu kent olduğunu yazıyordu. Bugün şaşırtıcı nizamıyla dikkat çeken kanallara ait izler yerli yerindeydi. Su sarnıçları, su depoları, bir su medeniyetine işaret ediyordu. Suyun akışını, oranını ya da bekletilmesini kontrol edebilen bir sistemin kalıntıları olan havuzlu salonu ve hendeği ile beraber... Oyma kaya evler, tavanlarındaki süslemeleri, duvarlarına işlenmiş Meryem, İsa ve haç figürleriyle kaya kiliselerine dönüşmüş yapılar kentin Hıristiyanlık macerasını anlatıyordu. Fakat Dara pek çok dine farklı zamanlarda ev sahipliği yapmıştı. Din çeşitliliği, beraberinde çatışmaları getirmişti. Bu durum da bugün farklı dinlere ait simgeleri bir arada görmemizin sebeplerinden biri olarak görünüyor. Mezopotamya’nın Efes’i olarak nitelenen Dara kentinin parçaları şu an varolan köyün inşasında kullanılmıştı. Ve bu yüzden kent hakkında net verilere ulaşmayı güçleştiriyordu.
KAZILAR DEVAM EDİYOR
Dara kazılarını yürüten Prof. Metin Ahunbay ‘Taşın Belleği Mardin’ adlı kitapta kent ile ilgili şunları yazar: “Antik Mardin ili içindeki ikinci büyük antik kent, Roma İmparatoru Anastasius’un kurdurduğu, aynı imparatorun adını da taşıyan Dara-Anastasiopolis’tir. (inşaatın başlangıcı 505 yılı)... Arazi yerleşme için çok elverişlidir: Kuzey-güney yönünde uzanan vadinin yamaçları arasında suyu bol bir dere bulunmaktadır. Kentin kuzey kesimindeki tepe, bir yerleşme için en uygun noktadır; surlarla çevrili Anastasiopolis - Dara’nın ‘sitadel’i anlamında bir konuma sahiptir. Nitekim günümüzde de Oğuz köyünün ‘Kale Mahallesi’ olarak anılır.”Dara bir garnizon kenti olarak geçiyor kaynaklarda. Ahunbay, Dara’nın kent suru tasarımının Geç Antik dönem Kuzey Suriye askeri mimarisiyle benzerlik gösterdiğini söylüyor ve asker yerleştirme imkânı da sağlayan heybetli üç katlı burçlardan söz ediyor. Sasani ve Roma’nın büyük savaşlarına sahne olan kentin surlarından günümüze ise pek bir şey kalmamış. Kentin iki kapısı varmış. Biri dönemin önemli ticaret merkezi Nusaybin’e açılıyormuş. Prof. Ahunbay bu kapının önündeki hendek ve baraj sistemi ile ilgili şunları bildiriyor: “Kentin ortasından geçen derenin giriş ve çıkışında özel düzenlemeler yapılmıştır. Her iki yönde de beden duvarlarına açılmış kemerli gedikler suyun akışına izin vermektedir. Dere girişi tarafında su, kente girmeden önce kanallarla büyük bir havuza toplanmaktadır, sonra özel düzenlenmiş oluklarla hendeğe boşaltılmakta, oradan kente giriş gerçekleşmektedir.”
“TOPRAK ALTINDIR”
Daralı çocuklar ile kent içinde dolaşmaya devam ederken, bana bulmuş oldukları Roma döneminden kalma sikkeleri gösteriyorlar. Az sonra Oğuz köyünde yaşayan teyze, toprağı ile beraber bir çömlek satmaya çalışıyor, çünkü toprak altınmış, öyle diyor, ona inanıyor... Haksız da değil belki. Altın renkli toprakların üzerinde, zaman içinde unutulmuş heybetli bir Roma kentinin ortasındayız ne de olsa...
Askerde olduğum dönemde yayımlanmış bu yazının hazırlanmasındaki katkıları için Bayan Pekdemir'e teşekkürü bir borç bilirim.
Bu makalenin redakte edilmiş hali, THY'nin dergisi Skylife dergisi Şubat 2007 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Please click to view English translation of the article above.
Etiketler:
arkeoloji,
dara,
mardin,
rideanatolia,
skylife
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)