İLK GECE
Saat 1813.
Saat 1813.
Ve eşek kadar bir adama çocukken neden karanlıktan korktuğunu hatırlatacak
kadar karanlık.
K - A - R - A - N - L - I - K - ! Kara… Kapkara…
Ha bir de nereye kadar indiğini bilmediğiniz bir mağara kadar sessiz. Ve belli ki bu mağara daha da derine inecek. Belli ki aşağılara indikçe daha da sessizleşecek. Dur sen, henüz 1816’dayız… Aşağısı mı? Aşağısı, gece yarısı ve sonrası. Galiba bu mağarada baykuşlar ve çakallar var. Seslerini tanıyorum gibi.
K - A - R - A - N - L - I - K - ! Kara… Kapkara…
Ha bir de nereye kadar indiğini bilmediğiniz bir mağara kadar sessiz. Ve belli ki bu mağara daha da derine inecek. Belli ki aşağılara indikçe daha da sessizleşecek. Dur sen, henüz 1816’dayız… Aşağısı mı? Aşağısı, gece yarısı ve sonrası. Galiba bu mağarada baykuşlar ve çakallar var. Seslerini tanıyorum gibi.
Allah’ın toprağı için, Allah’ın bir kuluna
Türkiye Cumhuriyeti’nin pullarını saydığımız günden sonra 5 gece geçmiş. Yani
bu toprağın üzerindeki her adımımda, cahilliğimin denizlerine biraz daha
açıldığım 4 uzun gün. Neyse,
“cahilliğini fark edemeyen ona hiç çare bulamaz.” diyerek avutuyorum kendimi.
Seferihisar’ın dağlarındaki zeytinliklerde bir yerde, ufacık bir parça toprakta debeleniyorum işte şu kadar gündür. Eskiden yörük olan insanların kurduğu bir köyde, sadece o köye varmak için açılmış bir yolun sonunda, -tam da aradığım gibi- pek kimselerin işi düşmeyen bir yerdeyim.
Seferihisar’ın dağlarındaki zeytinliklerde bir yerde, ufacık bir parça toprakta debeleniyorum işte şu kadar gündür. Eskiden yörük olan insanların kurduğu bir köyde, sadece o köye varmak için açılmış bir yolun sonunda, -tam da aradığım gibi- pek kimselerin işi düşmeyen bir yerdeyim.
Tapu senedindeki “zeytinlik” ibaresine inanacak olursanız zeytinlik olan arazide, en az on yıldır yüzüne bile bakılmamış zeytin ağaçlarından, belki bir gün zeytin almayı ve yağını sıkmayı hayal ederek geldim buraya. Şuncacık toprağın üzerinde birikmiş, on yıllık işi kotarmak için gereken hazırlıkları da bu sürede bitirebildim.
Söke’de dövülmüş baltam Ürkmez pazarından; kamyon
makasından dönüştürülmüş tahram Seferihisar’dan; babamın bahçesinden yürütülmüş
kazmam, çapam, bağ makasım; Allah’ın cezası “Made in China” motorlu testerem, İzmir’deki falan filan yapı marketten… Hazırız.
İşte böyle işleri yaparım, buralar gibi
yerlere gelirim diye inşa ettiğim karavanımla beraber, bir avuç toprağımın
yanında kalmaya başladım sonunda. Sabah güneş doğacak, ayazı kıracak. Ben de on
yıl önce terk edilmiş zeytinlerin gönlünü almaya çalışacağım. Pek kolay
olmayacak. Günde sekiz saat ve kim bilir nice gün sürecek.
İyi de ne ki zeytin zamanında on yıl dediğin? Bir de Delice bunlar… Aralarında yüz yılı devirmiş dedeler-nineler, ellilik amcalar-teyzeler, otuzluk torunlar var. Torunlarının bile eli öpülesi ağaçlar. El öpeceğiz, gönül alacağız.
İyi de ne ki zeytin zamanında on yıl dediğin? Bir de Delice bunlar… Aralarında yüz yılı devirmiş dedeler-nineler, ellilik amcalar-teyzeler, otuzluk torunlar var. Torunlarının bile eli öpülesi ağaçlar. El öpeceğiz, gönül alacağız.
NOT: Şimdilik bu kadar olsun. Fotoğraf soran
arkadaşlar biraz daha sabır lütfen, fotoğraf çekecek ne halim ne de zamanım
oluyor. Ayrıca bir de "Karavan nasıl yapılır?" yazısını da bir ara bitirip yüklemeyi
başaracağım inşallah. Söz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder