1 Mart 2008 Cumartesi

Bereketin ovasında: Adana

Adı her çağda bereketle eş anlamlı olmuş Adana; Çukurova’nın tarihi merkezi, bugün bölgenin en önemli kültür ve ticaret merkezi.

Anadolu’da çıkacağınız en şaşırtıcı yolculuklardan biri, yerleşim adlarının kökenlerine doğru yapacağınız yolculuktur. Kiminden bambaşka bir hikâye duyarsınız, kimi zaman başka bir ada daha rastlarsınız. Adana isminin peşinde çıkılacak yolculuk da, Anadolu’daki her medeniyet hikâyesinin ilk satırlarında karşılaşacağımız Hititler’le buluşturur bizi. Denilir ki, Adana ve çevresi kast edilerek Kava Kitabeleri’nde kullanılan ‘Uru Adania’ ismi, Adana isminin bugünkü kullanımına en yakın sesmiş. Gökler tanrısı Uranüs’ün iki oğlu Adanus ve Sarus, kanlı bir savaş dönüşü kamp kurmuşlar bu bereketli ovada. Kamplarını da bir daha hiç toplamamışlar ve Adanus kenti tam orada kurulmuş. ‘Bereket ve bolluk’ kavramları, her çağda bir arada kullanılmış buraları nitelemek için. Biz duyduklarımızın yalancısıyız ama yürüdükçe gördüklerimizi de kendimiz anlatırız…

SEYHAN’DA YÜRÜMEK
Önce Evliya Çelebi’nin tavsiyesiyle görmeye gittiğim Taş Köprü için, Seyhan Nehri’nin en dar yerine doğru yürüyüşe geçiyorum. Köprü kemerlerinin yansıması nehre varmadan önce, batı uçta Sabancı Camii’nin minareleri beliriyor. Adana’nın simgelerinden biri olarak hemen her fotoğrafa minareli silüetini ekleyen eser çağdaş olmasına karşın, Adana tarihinde yüzyıllardır var olan bir yapı gibi yükseliyor. Taş Köprü ise Roma dönemine tarihleniyor, yani on beş asrı çoktan devirmiş. Osmanlılar devrinde onarım görmüş. En temel karakteristiği asimetrik köprü gözleri olan köprü, hâlâ motorlu araçların kullanımına açık en eski taş köprü olarak biliniyor.

BİR ZAMANLARIN ADANA EVLERİ
Yaklaşık altı yüz yıllık geçmişiyle, Türkiye’nin ayakta kalmayı başarmış en eski evi olan Ramazanoğlu Konağı ve aynı adlı çarşı, 16. yüzyıla tarihleniyorlar. Bebekli Kilise, Yağ Camii ve Hasanağa Camii de yüzlerce yıllık geçmişleriyle ayakta duran eserlerden. Anadolu’nun pek çok kentindeki yöresel mimari örneklerinde olduğu gibi ‘bir zamanlar’ tanımlamasını kullanmadan bahsedemeyeceğimiz Adana evleri de, nadide bir koleksiyonun parçaları gibi birkaç mahalleye serpiştirilmiş durumda. Son kalan örneklerle, Türkocağı, Tepebağ, Kayalıbağ, Alidede ve Sarıyakup mahallelerine yapacağınız yürüyüşlerde karşılaşabilirsiniz.

83 YAŞINDA MÜZE
Sokaklarda yürürken bir şekilde rotanızın tekrar geçeceği Seyhan Caddesi, merkezden ayrılmadan görülmesi gereken bir önemli noktayı daha taşıyor üzerinde. Türkiye’de kurulan ilk on müzeden biri olan Arkeoloji Müzesi, bugün Çukurova bölgesinde yürütülen kazılarda bulunan eserlerin sergi merkezi. Hitit, Asur, Fenike, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans devirlerine ait çeşitli eserler ve parçalar barındırıyor. Kuruköprü’de bulunan etnografya müzesiyse, 1845 tarihli kilise binasının ev sahipliğinde hizmet veriyor.

KENTTEN ÇIKIYORUZ
Çukurova’da kurulmuş medeniyetlerin tam ortasındaki kentten uzaklaşmak demek, aslında başka tarihi merkezlere yaklaşmak anlamına geliyor. Meşhur Adana sıcaklarını biraz serinleten, baharda aile pikniklerinin ve tekne gezilerinin mekânı haline gelen Seyhan Baraj Gölü adeta bir sayfiye beldesi gibi kuzeye doğru uzanıyor. Misis (Yakapınar) antik kenti, doğuya ilerlediğinizde karşınızda. Anadolu’da inşa edilen ilk Roma Köprüsü olan Misis Köprüsü de yolculuk hikâyelerimizden birini anlatıyor. Günlerden bir gün, tam da bu köprünün üzerinden yürürmüş Lokman Hekim. O anda nefesini üfleyen rüzgâr, üstadın ölümsüzlük ilacının tarifini yazdığı kâğıdı alıp, Ceyhan’ın sularına uçuruvermiş.

Misis’i Ceyhan’a bağlayan karayolu üzerindeki Sirkeli Köyü, Anadolu’daki en eski Hitit kabartması olabileceği düşünülen Muvattali Kabartması’nı görmek için bir bardak çay içmeniz gereken yerlerden. İmparator Muvattali, Mısır Firavunu Ramses ile yaptığı ünlü Kadeş Savaşı’na giderken buraya uğramış ve Hititler yerin kutsanmış olduğuna inanmışlardır.

Misis’in kalıntılarında günün yarısını harcadıktan sonra Ceyhan yönünde sizi başka bir efsaneyle karşılayacak Yılan Kalesi bekler. Bugün de köyden sizi kaleye çıkarmak için gelen küçük rehberler, size bu hikâyeleri birkaç farklı yabancı dilde anlatıvereceklerdir.

ACISIZ ADANA OLMAZ
Geç kalmış bir öğlen yemeğini, erken gelen akşam yemeği ile birleştirmek için dekorasyonu çocukluğumu andıran bir lokantaya yöneliyorum. “Acısız Adana mı olur abicim?” cevabını alacağım yere… Sipariş verdiğim kebap, ızgaraya atılırken de muhabbet için kasaya yakın masaya davet ediliyorum. Tüm aile fertleri lokantada koşuştururken, tatlı-sert patronluk yapan aile babası Zülfü Bey, üç nesillik bu lokanta işletmesinin de sahibi. Adana kebabın asla acısız olmayacağını söyleyerek Adana mutfağı muhabbetini de başlatıyor. Kebaptan önce ben hiç söylemeden, içi havuçlu şalgam suyum masaya konuyor bile. Pul biber ve karabiber, kekik ve biber salçası zaten hiç eksik olmuyor sofradan. Adını Adana’dan alan acılı kebap; mumbar dolma, pirinç ve biber salçasıyla yapılan sırdan dolması; tahin ve haşlama fasulyeden vardavit; çorbalardan analı kızlı ve dul avrat; ısırgan otlu börekler hemen adlarını ve muhteviyatını not aldığım yerel lezzetlerden. Beni uğurlarken, bir de Adana çarşısında akşam saatlerinde mangal tezgâhı açmaya başlayan sokak kebaplarından (tablacı) tatmamı öğütlüyor. Halka tatlısı da müessese ikramı olarak hemen servis ediliyor giderayak.

KİLİKYA’NIN BAŞKENTİNDE
Kozan İlçesi, Dilekkaya Köyü içindeki Anavarza antik kenti, Kilikya Eyaleti başkenti olması sebebiyle oldukça gelişmiş bir kent. Tarihinde büyük bir deprem ve ardından onarım gören kent surları, sütunlu yolu ve mozaikli havuzu ile ilgiye değer bir yer. Tiyatro ve stadyum yıkıntılarıysa, uzak geçmişte kalmış günlerle ilgili hayal kurabileceğiniz hüzünlü simgeler. Kent kalesi, oldukça yüksek bir tepede kurulu ve iç kalesinde bir de kilise barındırıyor. Güneyde, başlı başına merkez olmuş ilçelerden biri de plajı, iki kalesi, antik kent kalıntıları, Süleyman Kulesi ve Marko Polo İskelesi’yle bilinen Yumurtalık. Aega kenti kalıntıları, kıyıdan nerdeyse yüzme mesafesi kadar açıkta bulunan ada üzerinde ve kaymakamlık binası önünde sergileniyor.

BİCİBİCİM ERİMEDEN
Bir Cuma öğleden sonrası ve hafta sonu boyunca yaklaşık 200 kilometre çapında bir bölgede, ziyarete değer onlarca yerleşim ve tarihi kalıntının peşindeydim. Yürümeye başladığım yere çok yakın bir noktada, oldukça hızlı ve yoğun bir yolculuğun tatlı yorgunluğunu hissederek Atatürk Parkı’nda oturuyorum. Gözümün ucuyla kızılcık şerbetinin içinde rendelenmiş buzu damla damla eriyen ‘bicibici’me bakıyorum bir yandan… Ana tanrıça Mag da Mater’in kenti Şar’a 230 kilometre uzaktayım, Sis Kalesi 40 kilometre ötemde, Kozan’da duruyor. Düldül Dağı eteklerinde Haruniye kaplıcaları ve sıcaklardan kaçanların sığınağı Toros yaylaları duruyor. Havraniye Kervansarayı, tek kubbeli mescit, Hz. Nuh’u anlatan mozaikler. Bunları gördüm mü yoksa okudum mu? “Daha anlatacak çok şey var.” diyerek, hikâyelerini benden asla esirgemeyen köy dedelerinden mi dinledim? Adana, bir yolculuğun tarih, eğlence ve macera ile dolu olması için ne kadar fazla seçenek sunuyor. İlk fırsatta, ilk uçakla geri gelmek üzere ayrıldığım yerler listenin üst sıralarına yazıyorum Adana’yı.

Bu gezi yazısı, THY'nin Skylife dergisi Mart 2008 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

2 yorum:

  1. "Anadolu’nun pek çok kentindeki yöresel mimari örneklerinde olduğu gibi ‘bir zamanlar’ tanımlamasını kullanmadan bahsedemeyeceğimiz Adana evleri de, nadide bir koleksiyonun parçaları gibi birkaç mahalleye serpiştirilmiş durumda. "
    gezi yazarlığı budur yaa dürüst ama politik!:)

    YanıtlaSil
  2. Sayın Diego,
    Öncelikle bloguma göstermiş olduğunuz ilgiye çok teşekkür ederim.
    Özellikle mankafa solcularımızın çok "ilgisini" çekmiş olan "Sadece Sessiz" başlıklı Ani Harabeleri yazımızı da çok seveceğinizi umuyorum.
    Yaımladığımızda size tebliğ edilecektir.
    Saygılar

    YanıtlaSil