25 Aralık 2014 Perşembe

TOPRAK GÜNCESİ - SAHİFE 2

TİLİFONİNEN FOTURAF
Vay arkadaş!
Bu hallere düşecek adam mıydık? Birkaç fotoğraf çekelim günceye koyalım dedik dünkü tefrikadan sonra, sabah bir baktım yukarı taşıyacağım yüke. Ya bırak dedim ne fotoğrafı? "Sen hele bi işini bitirive gaari, sooona çekiveren foturafı." Aynen de böyle didim. "Cep tilifonunan çekive gaari" didim.


Ama içim gidiyor ormanın içinde ters ışıktaki görüntülere... Ah bir de karşı yamaçtan 815 sularında vurmaya başlayan sabah ışığı yok mu? Yelkovan gibi bizim yakayı tararken de bir timelapse çıkarıversem. Ama işte: "Hele bi işlerini bitirive gaari!" dimezler mi adama... Yok demezler çünkü burda kimsecikler yok işte. Ben kendi kendime diyorum.

Kimsecikler yok dedik ama gelenimiz gidenimiz de yok değil. Hâlâ zeytini kalan birkaç aile gelip geçiyor sabahları. Her biri de önümde durup bir "Hayırdır?" çekti istisnasız. Eh on yıldır kimsenin uğramadığı arazide birden bire adamın biri, "sanki babasının malıymış gibi" davranırsa ifadesini alırlar köylük yerde. "Kimdir? Necidir? Kimlerdendir? Hazineci midir? Anarşist midir? Tapuyu mu almış? Yarıcı mıymış?" Yavaştan tanışıyoruz ahaliyle.

Sabahki olayı anlatıverem de bugünkü sahifeyi kapatıverem. Güneşle beraber ayaklanıyorum ki bu 700 dolayları. Ispanaklarımın saplarını kesmiştim ve buz gibi suda kumlarını yıkamak için cesaretimi topluyordum ki arkamdaki camdan bakan bir çift göz fark ettim!
"Yuh Allah müstehakını versin be birader!" öyle de gelinir mi sessiz sessiz. Meğer adam zaten avcıymış. İşi bu sessiz sessiz yaklaşıyor. Ödüm patladı. Ihlamurum da ocakta hemen buyur ettik tanıştık. Kendisi Mustafalardan bir Mustafa, tavşana gidiyorlarmış, aslında köyün gahvecisiymiş. Harika! kilit adamlardan biriyle daha tanış olduk yani... Onlar çok durmadı, zaten benim de halim ortada, her geçen "tek başına bitmez o iş be avladım!" diyerek moral veriyor sağolsunlar kaç gündür. Allahtan öğleden sonra kardeşceezim ilen babamgil geliyor da işin ucundan tutuyorlar. Kalın diyorum kalmıyorlar karavanda. Evcil bunlar, her gün 55 km yol...

@kaganaybudak tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()


İş dediğim şey ise on yıldır her yeri kaplamış "zeytin ağacı olmayan her şeyi" kesmek ya da seyreltmek. Bu her şeyin içinde meşe, sandal, defne, sarmaşık, pamukçuk, kızıl çam, ahlat, dağ çileği ve böğürtlen gibi güzellikler de olduğundan hassas davranıyorum. Dımdızlak bir zeytinlikten ziyade, "orman ve zeytinlik" iddiasındayım bakalım ne olacak?

Aslında zeytin kendinden başkasını sevmez derler. Yani komşuların arazilerine baktığınızda sadece zeytin ağaçlarını görüyorsunuz. Bizim ordaysa bir çapulculuk, hırpanilik, vahşilik. İşte o nedenle bütün kuşlar, arılar ve sair mahlukat da bizim orda. E hoş değil mi? Hâl böyle olunca 3 dal varsa ikisini yabana bırakıp geçiyorum ki buna rağmen bir kamyon ağaç, çalı-çırpı yerde yatıyor. Komşum Dündar Amca kızıyor bana: "Ekmek yimiicen mi sen burdan, aç şu zeytinleri." diyip duruyor. Bulucaz bir orta yolunu artık.

Hadi neyse her bir şeyi yazarım zamanla, herkesi de tanıştırırım size. Bilin ki kesmek iş değil. Çok kolay hele motur varsa (bundan böyle "motur" didim mi motorlu testere anlaşıla.) ama kestiğim en genç şey on-onbeş yaşında. Bir ürperiyor insan bunu düşününce.

Eğer biri "Zor iş nedir?" derse, kestiğini ormandan çıkarıp açığa sürüklemek derim. Bu da böyle biline...



NOT: Alışmadık popoda don durmazmış. Fotoğrafların ortasındaki netsiz alan #instagram filtresi değil, cepteki çakı telefonla yanyana gelince, lense sürtmüş. Kırk yılda bir işe yarayacak telefonun kamerası, onda da bu oldu işte. Telefonla fotoğraf mı çekilir yahu?

24 Aralık 2014 Çarşamba

TOPRAK GÜNCESİ - SAHİFE 1

İLK GECE
Saat 1813. 
Ve eşek kadar bir adama çocukken neden karanlıktan korktuğunu hatırlatacak kadar karanlık.
K  - A - R - A - N - L - I - K - !  Kara… Kapkara…

Ha bir de nereye kadar indiğini bilmediğiniz bir mağara kadar sessiz. Ve belli ki bu mağara daha da derine inecek. Belli ki aşağılara indikçe daha da sessizleşecek. Dur sen, henüz 1816’dayız… Aşağısı mı? Aşağısı, gece yarısı ve sonrası. Galiba bu mağarada baykuşlar ve çakallar var. Seslerini tanıyorum gibi.

Allah’ın toprağı için, Allah’ın bir kuluna Türkiye Cumhuriyeti’nin pullarını saydığımız günden sonra 5 gece geçmiş. Yani bu toprağın üzerindeki her adımımda, cahilliğimin denizlerine biraz daha açıldığım 4 uzun gün.  Neyse, “cahilliğini fark edemeyen ona hiç çare bulamaz.” diyerek avutuyorum kendimi.

Seferihisar’ın dağlarındaki zeytinliklerde bir yerde, ufacık bir parça toprakta debeleniyorum işte şu kadar gündür. Eskiden yörük olan insanların kurduğu bir köyde, sadece o köye varmak için açılmış bir yolun sonunda, -tam da aradığım gibi- pek kimselerin işi düşmeyen bir yerdeyim.

Tapu senedindeki “zeytinlik” ibaresine inanacak olursanız zeytinlik olan arazide, en az on yıldır yüzüne bile bakılmamış zeytin ağaçlarından, belki bir gün zeytin almayı ve yağını sıkmayı hayal ederek geldim buraya.  Şuncacık toprağın üzerinde birikmiş, on yıllık işi kotarmak için gereken hazırlıkları da bu sürede bitirebildim.
Söke’de dövülmüş baltam Ürkmez pazarından; kamyon makasından dönüştürülmüş tahram Seferihisar’dan; babamın bahçesinden yürütülmüş kazmam, çapam, bağ makasım; Allah’ın cezası “Made in China” motorlu testerem, İzmir’deki falan filan yapı marketten… Hazırız.

İşte böyle işleri yaparım, buralar gibi yerlere gelirim diye inşa ettiğim karavanımla beraber, bir avuç toprağımın yanında kalmaya başladım sonunda. Sabah güneş doğacak, ayazı kıracak. Ben de on yıl önce terk edilmiş zeytinlerin gönlünü almaya çalışacağım. Pek kolay olmayacak. Günde sekiz saat ve kim bilir nice gün sürecek.

İyi de ne ki zeytin zamanında on yıl dediğin? Bir de Delice bunlar… Aralarında yüz yılı devirmiş dedeler-nineler, ellilik amcalar-teyzeler, otuzluk torunlar var. Torunlarının bile eli öpülesi ağaçlar. El öpeceğiz, gönül alacağız.


NOT: Şimdilik bu kadar olsun. Fotoğraf soran arkadaşlar biraz daha sabır lütfen, fotoğraf çekecek ne halim ne de zamanım oluyor. Ayrıca bir de "Karavan nasıl yapılır?" yazısını da bir ara bitirip yüklemeyi başaracağım inşallah. Söz.